ATALARIN SON ÇOCUKLARI (TANRIÇA BELEN)


Bir zamanların içindeki varlık yıllarında herkes keyfince yaşarmış. Uzun zaman olmuş burayı yurt edineli. Ekip biçemezler ama her yeni yağmurun bereketini sevinçle karşılarlarmış. Hayvanları da faydalanırmış bu davetsiz yeni bitme otlardan. Sütleri ballı, mis kekik kokulu akarmış. Analar içer, her mevsim geçişinde bir yurttan diğerine haberler yayılırmış. Yeni doğan, yeni doğan üstüne eklendikçe tanrıçalara dua edilir, albastıyı göndermeyin diye yakarırlarmış.

Bir zamanların içindeki yokluk yılları gelmiş çatmış kapıya ne keyif ne de gece ateş başında eğlenceleri kalmış. Atalar usul usul bir damla su ile uğurlanır hale gelmiş. Ne söz kalmış ne ata yadigarı. Çevresinde durdukları göl suyunun bereketi de şifası da bitmiş. Eski atalardan da dinlememiş, umursamamış yeni doğanlar, tüm öğretilerden uzaklarmış. Yol bilmez iz bilmez bulmuşlar kendilerini. Dövünmüşler, yurt nasıl sökülür onu bile bilmezlermiş ama biçare. Obada yaşam her geçen gün biraz daha zorlaşmaya başlamış. Ne ısınabiliyorlar ne de yiyecek bulabiliyorlarmış, bereketli dedikleri topraklarda vakitleri dolmuş.

Ataların ilk çocukları ormanın içlerinde arar olmuşlar hatır otlarını. İnanışlarına göre dört yaprak bulup ezince, bir de suyun içine karıştırıp içince hatırlayacaklarmış eski öğretileri, bereketli toprakların nerede olduğunu. Yanlarında okları, korkarak yaban hayvanlardan yol almışlar ormanın derinlerine. Emzikli kadınlar çaputlar bağlamış, Belen Hanım yolcuyken onları korusun diye. Geceler geçmiş, albastılar basmış, lohusalar ateşler içinde kaynarmış. Defetmek için uğraşır yalvarırlarken, bir ateş görünmüş uzaklardan, yaklaştıkça titrek bir alev olmuş. Heybesinin içinde dört yaprak hatır otu. Hemen ezmişler gün ağarmadan. Ataların ilk çocukları, içince hatırlamış her şeyi, nerededir bereketli toprakları. En küçüğüne, konuşabilene, yeni ayaklanıp yürüyebilene varıncaya kadar anlatmışlar ne nasıl yapılır diye. Zihinlerinde yer etmiş, artık hiç birisi -bana ne, yerim yurdum var- demeyecekmiş. Bu hepsine en büyük dersmiş. Düşmeden önce yollara, bağlamışlar yine bezlerini kayın ağacına. Her yurttan kalan rengarenk bezler anlatırmış bir dilek, bir hatıra. Yeşil, bizi doğanın bereketli topraklarına götür demekmiş. Al al renkli meyvelerini sunan, meyve ağaçlarının yakınlarında bize yurt ver diye dua etmekmiş. Sarı günün ışığına bizi kavuştur, tenimize canlılık ver, mavi çaputlar sonsuzluğa bizi ulaştır, göğün ve yerin yaratıcısı bizi koru, kolla demekmiş. Çalamalar rüzgârda dans ederken, el sallamışlar çocuklar kayın ağacına, öpücüklerini göndermişler ağaç iyesine. Gölün bitimine kadar uçarak gelmiş kayın iyesi peşlerinden, ayrılamamış tabi ki geri dönmüş yuvasına yeniden. Gözü yaşlı izlemiş bedeninde gezinen yavruların gidişini. Günler geçerken yollarda, anaların sütleri azalmış. Yedikleri yiyecekler, meyveler işe yaramaz, hayvanlarının sütleri tatsızlaşırmış. Hepsi iyice yorgunlaşırken, etraflarını sarmış yeni dünyanın ruhsuzları. Sanki peşlerinden gelen bir uğursuzluk varmış. Yavrular yakarmış Belen hanıma, “Bizi koru yolculukta, yalnız bırakma. Adaklar adadık senin huzuruna, ne istersen yaparız, yeter ki bizi yalnız bırakma.” Bu yakarıştan sonra yollar yarılmış, ağaçların dalları birbirlerine bağlanmış. Kötü huylar ya içine düşmüş ya dallara dolanıp peşlerini bırakmış. Belen Hanım’ın ardından Ayızıt çıkmış karşılarına, yolda kalan çocuklara süt getirmiş, birkaç damla sürmüş bebelerin dudaklarına. Doyunca hepsi yeniden canlanmış, daha bir şevkle yola dayanmış. Dağlar, engebeler, fırtınalar, sarsıntılar bittiğinde çıkmışlar bir ovaya. Oturmuşlar arazinin tam ortasına, herkes yurdunun üyelerine bakmış, hayvanları da sapasağlammış. Yer gök sanki birleşik, yol boyu iki tarafı meyvelikmiş. Hayvanlar için otlaklar yemyeşil, bereketli sular akar gidermiş. Burası yeni obamız demiş, ataların ilk çocukları. Yurtlarını kurmuşlar, çevrelerini saran bütün ağaçlara rengarenk bezlerini bağlamışlar. Yol boyu onları koruyan Belen hanım için rengarenk çiçekler uçurmuşlar. Her an yeni oba arayışına çıkacak gibi, her şeyi yeni doğanlarına anlatmışlar. Bulundukları yerin bereketini kurutmadan varlık yıllarının sonsuza dek sürmesini ummuşlar.

Ebru Köfter