KUĞU KANADINDAKİ ZAMAN (TANRIÇA AYZIT)


Özgür Sürek

Uzun saçları, bembeyaz teniyle gözlerimiz buluştuğunda yıllar önce benden çalınan her şeyi geri veriyordu sanki zaman. Hiç zorlanmadım onu tanımakta. Her gecenin bir sesi yok muydu ki? Ruhsuz tenler, sahte gülüşmeler, sonsuz yollar… Ben nice melodisini duymuştum gecenin oysa şimdi sahici bir eşiğindeydim mutluluğun. Sevdiğim kadınlar her gidişlerinde yeni bir parçasını bırakmıştı bana gerçeğin, oysa zihnim nasıl yorulmuştu bu kadar gri tona.

Yeleleriyle dünyanın kapılarını nasıl da hızlıca kapatmıştı bir anda. Ellerindeki duruluğa en çok yaralı ruhumun ihtiyacı vardı usulca yüzümde gezinirken gümüş tüylü parmakları. Nicedir insanlıkla beraber ben de unutmuştum bir yüze dokunmayı ve bir çift gözde saatleri dışına çıkmayı. Ellerimde ofis yorgunluğu, sonraki günün terine hazır gövdemle nasıl da akıp geçiyordu yıllar.

Kızları ile süzülürken penceremden içeri anlam verememiştim gecenin bir vakti odama gelişine bu kadar kuğunun. Zarif boynuyla işaret edip diğerlerini dışarı çıkardığında sadece ikimizden ibaret bir krallık çoktan kurulmuştu bile. Benim daha önce de ateşten kör olduğu olmuştu gözlerimin Karşıyaka gecelerinde, fakat her aşk yeniden öğrenmek değil miydi sevmeyi? Gecenin koynunda gülümseyen kısrak her şeyi silip atmıştı aklımdan. Benim de gövdem hiç soğuk kalmamıştı birçok insanınki gibi, bilmez olmuştum tenimde kaç kadının izinin olduğunu nicedir, ama en az herkesinki kadar benim de soğumuştu kalbim, şimdi bu saatte geceye uzanmış tertemiz gözleriyle dinliyordu beni.

Ayzıt benim adım diye fısıldadı. Juliet’ten itibaren nice güzel kadın ziyaret etmişti bu odayı, Artemis’ten sonra kimseye teslim olmam demiştim fakat sadece birkaç saniyede gerçekleşmişti beni fethi. Artık zaman yenikti ne dünün bitmemiş işleri ne de yarının terfi planları, koskoca bir şimdi vardı artık ve dünyanın ben saatlerinin kadranına yalvarıyordum durmaları için. Birbirinin aynısı günlere tanık olmaya alışmış varlığım şimdi saniyeler içinde bir kısraktan duru bir kuğuya dönüşen bu güzele bakmalara nasıl doyabilirdi ki?

Her gece beklemeye başlayacaktım belki de onu, artık başka bir parantezin tadını almıştı zihnim, bu dünyaya, bu hay huya tamamen yabancı bir zamanın. Sabaha doğru ayrılırken yanımdan, sadece birkaç cümle döküldü dudaklarımdan…. Ayzıt, beni de götür….

Gecelerce beledim tekrar gelmesini, arka sokaklarında kentin yürüdüm yine, kış belki de son yıllarda çok yakışır olmuştu İzmir’e, ya da ben yaşlanmaya başlamıştım, güzün de bahar olduğunu anlamıştım nice önce. Hiçbir kadının yüzünde bulamıyordum onun hesapsız bakışını, sesiyle sarılırken verdiği güveni. Yazlık sinemalarda kalmıştı artık böyle şeyler, bu boz asır beni de çoktan kuşatmamış mıydı? Beyaz turna kuşları ne de her gece dokunduğum gökyüzü, geri getirmedi onu bana. O kimdi? belki de bütün sevmek istediğim kadınların tamamıydı. Teninde ve yüzünde bir kanaviçe gibi örülmüştü eksik aşklar, ya da onca kış bahçesinden sonra bir armağandı bana, hakkım da vardı ama böyle birisine. Platon’a yakın oldum sanki biraz ben oysa bu dünya biraz da Aristoların diyarı değil miydi?

Bir ikindi yürüyüşünde ona benzer birini gördüm yaz çarşısında, bir an o yarım tebessümüyle bana bakacak diye düşünürken, beyaz elbisesiyle başka biriydi gözlerimin buluştuğu. Güz Kadın diye mırıldandığımı hatırlıyorum sadece.

Ertesi gün yine aynı çarşıda aynı yerde buldum onu. Yavaşça yaklaştım merhaba demek için, sesindeki huzuru hissetmem çok zaman almadı. Güz Kadın idi o benim için, ismini sormama hiç gerek yoktu. Küçük bir kafede çay içerken gözlerim ellerinden boynuna yanmaya başlamıştı bile, ne vakit konuşmaya başlamıştık, o güzel kilimlerin üzerine gelip oturana kadar neler anlatmıştık hatırlamıyorum.

Elindeki evrak çantasından ciddi bir iş yaptığını biliyordum Kültür Park’ın o güzelim çimlerinde otururken çiçekli emprimesi, beyaz ayak bilekleri ve uzun saçlarıyla belki de ilk kez yeniyordum zamanı. Göldeki kuğulardan biriyle göz göze gelince ürperdim. Bir kuğu gülümseyişini saniyelik yakaladım, Güz Kadın’ın saçlarındaki hafif esintiye gözüm kaydı, tekrar göle doğru baktığımda yoktu yerinde o güzel kuğu. O gece Güz Kadın’ın beyaz tenine sarılıp tertemiz bir ırmakla akarken zamanın dışına, kocaman bir teşekkür yolladım geceye, Ayzıt duymuştu eminim.