ÖNCESİZ OMAYRA (Akkızlar)


Bahar Gülbahar Gündüz

Artık zamanı gelmişti, yeni hayatının ilk gününe uyanmanın hazzını ve korkusunu birlikte, tam içinde duyuyordu. Heyecanlıydı çünkü daha önce bildiği bir “ilk” günü olmamıştı. Hayatının öncesi hakkında pek bir şey bildiği de söylenemezdi. Korkuyordu, çünkü Akkız olarak hayata yeniden başlayacağı söylenmiş, başka da bir şey anlatılmamıştı. Seçme hakkı varmış gibi de durmuyordu. Onu en rahatsız eden şey Akkız olma fikrinden daha cazip görünen başka bir fikrin olmayışıydı.

Öncesizler, kışın uzadıkça soğuyan, soğudukça zorlayan, izleri takip etmenin imkânsızlaştığı bir gününde Ülgen Han’ın görevlendirdiği Yaşıl Han uyur uyanık haldeyken Ulu ağacın kovuğuna şimşek gibi doğmuştu. Yaşıl Han ne olduğunu anlayamadan bir ışık huzmesine çekildiğini fark edememişti. Hayattaki tek amacı o ağacın kovuğunda saklı gizemi görmekti sanki. Işığın kaynağına ulaştığında gizem onun için daha da büyüdü. Kelimelerin yetmeyeceği güzellikte dört yetişkin kız ona bakmaktaydı. Fakat nasıl bakmak! Dili lâl ettiren, hareket kabiliyetini kaybettiren, büyüyle donatan… Söze gerek yoktu, ta içinde hissetmiş, aradığını bulmuştu. Yaşıl Han’ın bildiği bir şey vardı ki Ülgen Han’ın kurban isteğini yerine getiremezdi. Bu kızlar Akkızlara kurban edilmek için değil, Akkız olmak için orada bitmişlerdi, onları korumak için her şeyi göze alabilirdi.

Kızların nereden geldiği, neden ve nasıl var oldukları bilinmiyordu, çok fazla sorgulayan da yoktu. Kızlarla göz göze gelen herkes biliyordu ki en güzel günler gelmekteydi. Dik bakışların iç ısıtıcı bir tarafı vardı. Bu kızlar Akkız olmalıydı. Başta onu ormanın derinliklerine sürüklediği için Yaşıl Han’a kızsa da Ülgen Han da bunu içinde hissetti, onlara Öncesizler adını koydu ve hemen Kamana’yı çağırttı. Ülgen Han’ın soyundan yeryüzüne sunulan armağandı dokuz Akkız. Onların varlığı herkese ilham verir, doğayı şenlendirirdi. Akkızlar bir araya geldiklerinde dereler çağlar, ağaçlar çiçeklenir, her yer yeşerirdi. Yokluklarıysa bir felaketti. İşte o akıllara zarar felaket başlarına gelmiş, Akkızlardan dördü yok olmuştu.

Kamana, Ülgen Han’a karşı mahcuptu çünkü yardımcısı Karakam dört Akkız’ın kaybına yol açacak büyünün mimarıydı. Bunu çözmek için ne gerekiyorsa yapmalıydı. Fakat Ülgen Han’ın soyundan gelmeyen bir Akkız şimdiye kadar olmamıştı. Bunun yanında ondan beklenen bir değil tam dört Akkız yaratmasıydı. Akkızların dokuzu bir araya gelmezse yerin altı güçlenir, düzen bozulurdu. Öncesizlerin etkisi çok güçlüydü fakat Akkız olabilecek kadar saf iyilikten oluştuklarını anlamak için dillerinin çözülmesi gerekecekti.

Öncesizleri gönderen/Dillerini döndüren/Bırak çözülsün artık/Sensin sırları açtıran

Dört kız için dört defa söyledi ve dansını ederken yerden bir su çıkardı. Bu sudan dört kıza tam dört defa içirdi. Sırayla dile geldi kızlar, başladılar şakımaya;

Biz ağaçtan geleniz/Saf güzelliktir özümüz/Kavuşursak dördümüz/Sonsuz yaşam veririz

Kamana bu sözleri duyunca derin bir nefes aldı, Ülgen Han’a dönüp, “Akkız olmak için hazırlanmalılar,” dedi. Ülgen Han, “Her birine ayrı bir oda ve birer hizmetçi verin, bütün hazırlıklar tamamlansın. En uzun gecede, ay tam tepeye vardığında bu iş bitmeli” diye buyurdu.En uzun geceye iki gün vardı ve Kamana’nın kızları daha dikkatli inceleyecek vakti kalmamıştı. Hazırlıklara hızla başladılar. Dört kız, Öncesiz olarak girdikleri odada kurban edilmek için hazırlandıklarını bilmeden süsleniyorlardı. Banyoları yaptırıldı, saçları dikkatlice tarandı. Önce incecik beyaz ipekten bir kıyafet, onun üzerine kat kat kumaşla hazırlanmış yine beyaz bir elbise giydirildi. Üst kıyafetleri kurban için gerekliydi, ipek elbise ise Akkızların ortak kıyafetiydi.

Akkız olmak için hazırdı fakat bunun nasıl olacağına dair bilgi verilmemişti. İçine bir kuşku doğdu. Akkızlar neden bu kadar önemliydi? Hizmetlisi içeri girince, “Akkız olunca benden ne yapmam beklenecek, biliyor musun,” diye sordu. “Ben çok bilmem, bildiğim ilhamın ve saflığın kaynağı oldukları. Hiç görmedim de ama kokularını hep duyarım, hiçbir çiçek o kadar güzel kokamaz,” dedi hizmetlisi. “Peki, dört Akkız’a ne oldu, neden bize ihtiyaç duyuyorlar?” Hizmetlinin yüzü bulutlandı, gözlerini büyüterek “Bana çok anlatılmaz böyle şeyler ama duyarım, Karakam almış onları, bir tek bunu bilirim,” diye cevap verdi. Karakam’ın karanlık büyülerle uğraştığını Kamana’dan işitmişti. Kamana, onun kötü olduğunu söylemişti fakat nedense bu konuda şüpheleri vardı, Kamların iyiliği ve kötülüğü tercih edemeyeceklerini, yeryüzüne indiklerinde iyi ya da kötü olduklarını da söylemişti. Bu çelişki, içinde huzursuzluğa neden oluyordu. İyilik ve kötülük bir tercihse bu seçme hakkı kendisine neden sunulmuyordu? Kapı açıldı, artık her şey hazırdı. En uzun gece gelmiş, ay en tepeye yükselmek üzereydi. Alan çok kalabalıktı ama gözler hemen beş Akkız’a takılıyordu. Göz alabildiğine uzun, beyaz saçları; mermer büst gibi parıldayan tenleriyle biraz hüzün, bolca huzur veriyorlardı. Hüznün sebebi dört kardeşlerinin kaybıydı, bugün o kayıp giderilecekti.

Kamana, Öncesizlerden belirlenen yuvarlaklara geçmelerini istedi. İçinde birbiriyle savaş veren duygulara aldırmadan ağır adımlarla sondaki yuvarlağa ilerledi. Akkızlardan yayılan enerji ona huzur veriyor, Akkız olma düşüncesi heyecan uyandırıyordu fakat bunların hiçbirini o seçmemişti. Yerine geçtiğinde Kamana eline büyükçe bir mum verdi ve ayin başladı. Kamana’nın dilinden dökülenleri kimse ne duymuş ne anlamıştı. Mırıltıyla guruldama arası bir ses çıkıyordu ağızından. Karmakarışık bir dilde çok hızlı dua eder gibiydi. Sözleri tekrar ederken

Öncesizlerin gözleri kapanmıştı, onunki hariç. İlk yuvarlağın içindeki Öncesiz kanlar içinde yere yığıldığında buna şaşıran bir tek o olmuştu. Tepkilerini kontrol altına almakta zorlanıyordu. Çığlık atmak, kaçmak istedi; seyirciler bir raks seyreder gibi haz duyuyordu. Ne yapacağını bilmiyordu, aklından geçen tek şey “Bu benim kararım değil,” oldu. İkinci yuvarlakta da kanla kaplı bir Öncesiz yatmaktaydı. Midesinden yukarıya hiç bilmediği bir şey yükseliyordu, “Akkız olmak istemiyorum!” Korku artık somut haldeydi.

Kamana üçüncü yuvarlağın başına gelip sözlerini söylemeye başladığında aklına bir fikir geldi. Kendine isim koyarsa Akkız olmaktan kurtulurdu belki. İşe yarayıp yaramayacağını bilmiyordu ama denemekten başka da çaresi yoktu, denememek daha büyük bir kayba yol açacaktı. Üçüncü kız da kanla kaplı elbisesinin üzerine yığıldı, Kamana artık karşısındaydı. “Omayra” dedi sessizce, iri gözlerini Kamana’ya dikerek; “Benim adım Omayra, Umay Ana’nın kızıyım ve içimdeki kötülüğü de iyilik kadar kucaklıyorum!” Kamana bir süre hareketsiz kaldı, öncesizlerin sözlerinden etkilenip bilinçlerinin kaybetmiş olması gerekiyordu. Bu başkaldırıyı kimse fark etmeden, bir an önce çözmeliydi. Alana sessizlik hâkim olmuştu, Akkızlara rağmen hissedilir bir huzursuzluk vardı. Hemen bir şey yapmalıydı çünkü Öncesizlerin Akkız olarak doğmalarına az kalmış, ay neredeyse tepeye varmıştı. Ne kadar zorlasa da büyü sözcükleri dilinden dökülmedi bir türlü. O anda Ülgen Han’la göz göze geldi, bakışları hayal kırıklığı ve nefret yüklüydü. Çaresizce seslendi: “Bu kız, o kız. Umay Ana’nın Akkız olarak bize sunduğu kız. Onun yeniden doğmasına gerek yok, zaten ilkinde Akkız olarak doğdu.” Huzursuzluk kaybolunca rahat bir nefes aldı ve devam etti;

Dokuz Akkız bir araya gelin/ Yeniden tüm yurda huzuru getirin

Omayra ve diğerleri beş Akkız’ın yanına katıldılar ve herkes coşkuyla alkışlamaya başladı. Bir tek Kamana ve Omayra biliyordu gerçeği. Omayra’nın bakışları bir silah gibi Kamana’ya doğrultulmuştu. Kamana ise olacakları hayal bile etmek istemiyordu.