Özlem Tezcan Dertsiz
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil*
Sıcak, ateşten oklarını fırlatmaya başladığı zaman Üvercinka şiiri dolanıyor dilime. Belgesellerdeki Afrika gelip evime, sokağıma, şehrime, balkonuma yerleşiyor. Hep dışladığımız, yok saydığımız o insanların mitolojisi de böyle sıcak bir günde aklıma düştü. Onlar ki doğayı incitmeyen, azla yetinmeyi bilen, kaderlerine terk edilmiş insanlar… Mitolojilerinde de doğaya ait unsurlar çoktur, diye geçiyor aklımdan. Doğaya üstünlük kurmak, yakmak, yıkmak, yok etmek yerine; onunla kol kola yaşayan Afrika çünkü orası.
Şöyle bir araştıralım. İşte AJA. Aja, orman tanrıçasının adı olup kendisine tapanlara, Afrika ormanlarında yetişen şifalı bitlilerin nasıl kullanılacağını öğretmektedir. Ne güzel. Şifacı bir tanrıça. OSANYİN de ormanın koruyucusu, şifalı otlar ve şifa ile anılıyor. İnsanı hiçbir zaman tam olarak iyileştirmeyen modern insanların -yani bizim- ilaçlarımız geliyor aklıma. Bir yeri düzeltirken bir yeri bozan ilaç endüstrisi… Para uğruna dönen dolaplar, yalanlar, kavgalar… Sıcak daha da bir bastırıyor.
NOMHOYİ ile karşılaşmak iyi gelir şimdi. Nehir tanrıçası. Şarkısını söyleyerek, şiirler mırıldanarak akan, nehirlerin saçlarını tarayan Nomhoyi. Afrika nehirlerinin berraklığını düşünüyorum. Fabrika atıkları, petrol, plastik karışmamış nehirler… Afrika mitolojisinde doğarak kaçıp kurtarmışsın kendini Nomhoyi. Bizdeki nehirleri kurtarmaya gücün yetmezdi belki de. Of. Efkârlandım.
NOMKHUBULWANE doğurganlık, yağmur, tarım, gökkuşağı ve bira tanrıçası… Karşıma çıkman ne iyi oldu. Gökkuşağının o güzel yedi rengine bakıp avunabilirim biraz. Ya da deniz kenarında dostlarla bir bira iyi gider. Yağmur… Şöyle bardaktan boşanırcasına değil de usul usul… DO Yukarı Volta halklarının inanışında insanlara kelebek olarak gözüken bereket ve yağmur tanrısının adıymış. Do, seslense damlaların arasından: “Seni birdenbire değil, usul usul sevdim”. Çağın hızına inat, yavaşça çiçek açar gibi. Yağmurun altında kollarımızı iki yana açsak…
Tarım… Eksek, diksek, üretsek yeniden. Toprağı da küstürdük oysa. Güvercinin ağzındaki zeytin dalına göz diktik. Beton yürekleri, acımasız hırslar kapladı. Köyler, çorak şehirlere dönmeye başladı. Nomkhubulwane ne diyorsun olanlara? Derin bir sessizlik, değil mi?
Ah UNSONDO… Güneş tanrısı… Afrika’dan İzmir’e gelen bir tramvaydayız seninle… İçimdeki karanlığa ayna gibi tutuyorsun güneşini. Yalnızca güneşi değil gökyüzünü de seriyorsun önüme. Mavi, umuttur çünkü. Sıcacıktır umut. Unsondo! Sıcağın eritebilir mi bunca buza kesmiş yüreği? Aşk, çıkabilir mi düştüğü kör kuyudan. Yapabilir miyiz UNSONDO?
Artık her gece aynı düşü görüyorum. Tüm kara parçalarında yürürlüğe giriyor aşk. Afrika dahil!
*Cemal Süreya