Sezai Sarıoğlu
“Mit kamusal rüyadır, rüya kişisel mittir.”
(Joseph Campbell)
ister kibele’ye inanın, ister çiçeği içine açan incire
ben elmanın ve emma’nın yalancısıyım
hiç kere hiç gerçektir; gökten elma düşmez
insan ne zaman evindedir, bunu odysseus bile bilmez
masalcılara ve homeros’a nasıl anlatmalı bu bilmeceyi
şiirin burasında yan masaldan:
soluklanma taşında nefes biriktiren hakikatçi nine
gelip geçene, heves ve taş bilirim coğrafya bilmem derdi
masal diyorum elma çıkıyor karşıma
kibele diyorum, değirmen taşı gibi iki meme
meme dediysem helâlinden dünya görüşü
mitos diyorum siyaset kesiyor yolumu
şiir diyorum, ara ki şiir atından düşen şairi bulasın
kalbin süveydasında yan masaldan:
aslolan tabusuz ve tapusuz sevmekti
kimse kimsenin olmasındı
siyasi tansiyonum çıktı bir kere
meselesi olmayan mesel olmaz diyorum
kibele’den emdiğim diller inanıyor
kendini sit alanı ilân eden şair inanmıyor
meselenin kıyısında yan masaldan:
daha önce de yazdım kafka’dan önce kaos
freud’dan önce bilinçaltı var mıydı
mitoloji diyorum, yüksek siyaset önümü kesiyor
hayat engelli koşu, takımdan ayrı düşkoşu yaparak
varsam varsam anarahmi’ndeki kendime varırım
şiirin dizi dibinde yan masaldan:
anne rahminde söz banyosu yapan çocuk söylediydi
herkes çıkarsın dilinin altındaki mecazı
taksim kırsalı’nda yürürken
sözü nasıl kibele’ye getireceğini bilemiyordum
kibele’nin memelerinden emdiğimiz dili
burnumuzdan getirmişlerdi
sevişmenin ortasında yan masaldan:
elma deyince incir yaprağı edep mahallini terk ediyor
adem ile havva çırılyaprak kalıyor
karşının asisi diyor ki, ne diyor karşının aksisi
bir yumurta akı fazla katsak, tutmazdı horasan harcı
daha iyi görmek için değilse, dervişler gözlerini yummazdı
afişlemenin sonunda yan masaldan:
siyaset seyisten gelirdi, mangalda gül bırakmamak esastı
tüzük ve programa göre sevişilmez, şiir yazılmazdı
tante rosa benim de teyzem olurdu
at bilirdi de cambaz bilmezdi
hayat, yarısı dolunca biten yaralama defteriydi
büyük yarayı yazdıran küçük yaraydı
yaranın içinde yan masaldan:
hayat usulüne uygun pazarlıktı
fiyatta anlaşırsak geçmiş yanı başımızdaydı
herkesin boyu yetişmezdi gökyüzüne
hangi mitos merdiveni bizi gökyüzüne çıkarırdı
kebikeç pasajındaki sahaf
kitaplardan önce kendi tozunu alırdı
kilidine küs kapının dışında yan masaldan:
kapısının önündeki sisi süpüren nine
mitolojiye kenar süsü sayılırdı
evcilleşmem için tanrılar beni enkidu’ya çırak verdi
ustam öldü, imgelerim beni terk etti ben kavram satardım
topunun kaçtığı suriye’yi bahçe sanan çocuğun
azrailden çaldığı bilgiler sözlü tarih sayıldı
elmanın ısırığında yan masaldan:
beni mitos şişmanlattı, şiir zayıflattı
şiire ne kadar imge masala ne kadar hisse
mitolojiye ne kadar kahraman katacağımı bilemedim
annem ve devrim beni evlatlıktan attıysa da
kibele’nin gizlice beni nüfusuna geçirdiğini bilen yok
mecazda anlaşırsak, geçmiş başının çaresine bakardı
iki memenin ortasında yan masaldan:
insan emdiği dillerin rüyasıydı, hapishaneden kaçmak
hikâyeden, zamandan kaçmaya, memeden kesilmeye benzemezdi
gölgesinde kışladığımız soru şuydu sanki
mitos’un, masalın, şiirin ve hakikatin ne kadarına dayanabiliriz
düşüre düşüre gökte elma bırakmayan zamane masalcılara, dilimden geleni söylerim:
göğe üç elma düştü, canı kırıldı
göğün, hakikatin ve bilinçaltının rahmi açıldı
gökten üç emma düştü
elimle koyduğumu dilimle buldum ve dans başladı