KUMDAN KALE


İlkiz Kucur

Çoktandır çocukluğunu özlediğinin farkındayım.

Kirpiklerinin birbirine kavuşmadığı, başını yastığa koyduğunda gözkapaklarının arasında kalan ince çizgiden nereye baktığını görmediğimi mi sanıyorsun? Ben hep yanı başındayım. Sana geçmişini unutturmayan çocukluğunu kim taşıyor sanıyorsun? Evet, bazen araya mesafe koyup gençliğine de gittiğim oluyor. Ama bak, hep güzel anılarınla dolaştığımı kabul et. Arada bir kaçıp benim bir anlık boşluğumdan faydalanan yüreğindeki sıkışma, kara sayfaların rüzgârı olmalı. Unut onları. Ben yanı başında olmasam nasıl yaşlanırdın düşünsene. Ya da hiç bunları düşünme. Uzat elini. Gel seninle unutamadığın o sahile gidelim. Hani annen ile ilgili en güzel fotoğrafının olduğu o yaz gününe. Annen sana sarılmış, sen de başını onun göğsüne yaslamışsın. Sıcak kumların üzerindesin, askılı kısa etekli elbisenle. O yıllarda hep annen dikerdi giysilerini. Sen de her gün onları kirletir akşam eve öyle dönerdin. Sahi neden hiç oyuncak bebeklerle oynamadın? Sokaklarda oyunlar kurmayı, arkadaşlarınla birlikte olmayı yeğledin.

Hazır mısın? Elini elimin üzerine yavaşça koyman yeterli. Seni unutamadığın o yaz günlerine götüreceğim. Oraya vardığında beni göremeyeceksin ama ben seni uzaktan izliyor olacağım.

Her şey o yıllardaki gibi. Sahil bomboş. Ne bir otel ne de bir bina var. Kum zambakları yeni yeni açmış. Biz gidinceye dek ustalar sazlıklardan yapılmış yazlık kulübelerinizi de tamamlanmış olur. Her yaz yeniden yapılıp yaz sonunda kaderlerine terkedilen ve bir kış boyu kimsenin arayıp sormadığı, rüzgârların yıkıp parçaladığı kulübeler.

Hiç aklına geldi mi o sazdan yapılmış kulübeler? Onları her yaz orada bulmaya o kadar alışmıştın ki sahilin ayrılmaz bir parçası sanıyordun çocuk aklınla. Ne de olsa senin için yaz demek deniz ve kum demekti. Ama bir de kulübeler vardı. İçinde cibinliklerin kurulduğu kulübeler. Sivrisinekleri unutup cibinlikleri anımsaman da ilginç doğrusu. Cibinliklerin büyülü bir havası vardı belki ondandır. İçine girdiğinde seni dış dünyadan ayıran, bir anda gözlerine buğulu bir perde gibi gerilen. Saklayan ama gizlemeyen. Koruyan ama görünmez kılmayan. Beni o cibinliğin yumuşacık dokumasından sana bakarken göremezdin. Uykuna güzel düşleri getiren kimdi sanıyorsun?

Bütün kulübeler birbirine benzerdi. Her yaz beş altı ailenin yaşadığı bu sahilin geçici konutları.  Erkekler akşamları işten birlikte döner, sahile kurulan uzun sofralarda akşam yemekleri birlikte yenirdi. Şişedeki rakı azaldıkça, hep birlikte söylenen şarkılar ve kahkahalar artardı. Bazı geceler ay dolunayda ise tekne ile kıyıdan uzaklaşır, suyun üzerindeki yakamozları seyrederdiniz.

Sahi, kucağına kocaman bir kefalin atladığı böylesi bir geceydi değil mi? Yüzündeki şaşkınlık ve korkuyu bugün gibi anımsıyorum. Baban yavaşça alıp denize bırakınca balık kurtuldu diye ne çok sevinmiş, çocuk sesinle kahkahalar atmıştın. Şimdi söyleyebilirim artık: Ben o balığın bakışlarındaydım.

Hadi bak sabah oldu. Kumsalda dünden kalan oyuncak kova, tırmık ve küreğin sen bekliyor. Şimdi kumdan kale yapma zamanı. Yaşlandığında bile vazgeçemediğin kumdan kalelerinin ilk yıllarındasın. Gördüğün gibi senin bu kalelere olan ilginin kaynağı hep bu sahil. Tamam tamam itiraz etme hemen biliyorum yaşadığın kasabanın da kalesi olduğunu.

Küçük dalgalar geri çekilirken ıslanmış kumlarla kovanı ağzına kadar doldurup, kumu iyice kovaya sıkıştırmayı öğrendin. Dalgaların ulaşamadığı yere güzelce ters çevirip kovanın içindeki ıslak kumu bir kalıp gibi kumsala bırakıyorsun. Yan yana dizilmiş kalenin surlarını bir daire şeklinde inşa ediyorsun. Kulelerin üzerine ıslak kumları parmaklarının arasından damla damla akıtarak küçük şeytanminareleri yükseltiyorsun. Bulduğun bir çubuk, bayrak direği olarak surlardan birinin üzerine dikiliyor.

Son olarak ıslak kumların üzerine koyduğun sol elinin üzerini ıslak kumlarla sıkı sıkı kaplıyorsun. Küçük bir tümsek oluşuyor. Yavaşça kumun altındaki elini çektiğinde oluşan mağaraya o yıllarda fırın diyorsun. Kalenin fırını da hazır.

Şimdi sıra küçük midye kabukları toplamaya geldi. Bu kıyıda midye kabuğu çokça bulunur. Değişik şekil ve boyutlardaki kabukların süslediği kaleyi ve fırını gururla annene gösteriyorsun. Kalenin ortasına yerleştirdiğin yüreğinin üzerine koca bir kilit vurup çocukluğunu hapsettin işte. Seni dalgalardan önce o kaleden kaçıran kimdi sanıyorsun?

Tüm bu inşaat çalışmaları sırasında ıslak kumlar her tarafına yapışmış, burnunun üzerinde hatta dilinin ucunda bile kum var. Eserine son bir kez daha bakıyor ve hızla denize doğru koşuyorsun. Su seni sarıyor. Annen kıyıda. Komşular onu kollarından tutmaya çalışıyor. Dalgalar yükseldi. Kıyıdaki kalenin burçları hızla gelen beyaz köpüklerin arasında eridi. Seni kollarının üzerinde kıyıya taşıyanın kim olduğunu biliyor musun?  Söz vermiştim değil mi sadece güzel anıları anımsayacaktın. Bir gün seni yeniden buraya getirmek için denizin içinde yok olup gitmene izin veremezdim değil mi?

Tek katlı okul binasının bahçesinden siyah önlüklü, beyaz yakalı öğrenciler toplanmış hep birlikte bağırıyor.

“Karadeniz Akdeniz karneleri isteriz, karneleri vermezseniz öğretmene küseriz.” Çocukların sesleri desibel sınırlarını zorluyor. Son ders zili çalıyor. Çocuklar dillerinde karne tekerlemesi hep birlikte sınıfları doldurmak üzere bahçeden ayrılıyor. Boyunlarında sallanan beyaz yakalar, dağılmış saçlarla her biri uçuşan bir çocukluk

Bak şimdi sana seni göstereceğim. Kısa saçlı şu kız çocuğunu görüyor musun? Arkadaşlarının arasında; işte şu bak. Saçına kocaman beyaz bir kurdele takılı. Yakasında kırmızı fiyonk olduğuna göre okuma yazmayı öğrenmiş. Gördün mü? Çocukluğuna ait kaybettiğin bütün masumiyet bu topraklara saklanmış. Hadi, bu yaz o küçük çocuğun hayallerini yeniden yaşamasına izin verelim.

Tut elimi, korkma seni yalnız bırakmam. Hem bak deniz perileri Nereidler’de yanı başında, sana yazın sıcağını, denizin mavisini getirdiler.

-Umay ana

Hasta kendine geldi dedi doktor.

Yakınlarına söyleyin. Ha, bir de sorun bakalım Umay Ana’sı kimmiş? İlk sözü o oldu da…