Emel Kayalı
Her öğlen okula giderken başımı kaldırıp, güneşin en tepede olduğu bir saatte Apollon’a gülümsüyorum. Güneş’in Tanrısı…
Sarı kıvırcık saçları ve atletik vücuduyla yakışıklı bir adam…
Herhalde şimdilerde olsaydı tüm gençlerin hayalini süslerdi. İnsan olmaktan bu kadar yorgun düşmüşken bir teselli buluyorum kendime. Tanrıların bizlerden daha karmaşık olduklarını düşünüyorum.
Tanrı olmanın mükemmelliği ve gücü…
Sonra yok ya, diyorum. Onların hayatı en az günümüz dizileri ve yaşadığımız hayat kadar entrikalı ve karışık. Güçlerini kullanarak yok edip, yok oldukları bir zamansızlık içinde yarım kalan sevdaları, düşman kardeşleri, ensest ilişkileri, despot Zeus babaları ve birbirinin ayağını kaydırmak için uğraşan arkadaşları var hepsinin…
Amma velakin; eğlenceli, fantastik ve büyüleyici…
Evrende baktığımız her şeyde onların payının olduğunu bilmek heyecan verici. Keşke sizlerle Olimpos dağında yaşasaydım. Apollo’nun Liri’ni dinleseydim. Müziğin ruhun gıdası olduğunu, tıp bilimiyle birleştirip şifa niyetine bizlere sunduğunun bir kanıtı sanırım.
On parmağında on marifet Apollon…
Gençlerin şimdilerde daha çok korunmaya ihtiyaçları var Apollon. Yayından bir ok gönder hedeflerine…
Yaz gecelerinde sahilde şarkı söyleyen gençler senin lirinin sesinde şiirler okuyorlar. Ruhun kaynağına dokunuyor dizelerin, bir festival havası esiyor.
Bir defne yaprağına bıraktığın sevdanı başına taç yapan, sümbülün kokusuyla avunup, selvi ağacının uğultusunda aşkın eşit ve cinsiyetsiz olduğunu bize gösteren bir Apollon bırakıyorum buraya…
İnsanlığın gün geçtikçe çaresiz kaldığı hastalıklara bir şifacı lazım…
Zeus’a başkaldıran cesaretin lazım…
Yanlış yapanın cezasının kesilmesi lazım…
Müziğe, sanata, şiire düşman olan her yönetime, senin lir’in, okun, yayın ve aydınlatıcı güneşin lazım…
Herkesin içindeki Tanrı’yı bulması ve bir şeylere inanması lazım…
Bize bir defne yaprağında Apollon lazım…