AMATERASU OMİKAMİ


Nilüfer Yıldız Şendur

            “Çekik gözlerimden süzülen yaşları silen, ibadet için gelmiş bir zavallının elleri mi olmalıydı?”

            Amaterasu kendi kendine mırıldanıp duruyormuş. Arkasında parlayan ışıktan bıkmış, sıkışıp kaldığı cinsiyetsiz bedeninden bunalmış, her güne aynı başlamaktan da her geceyi aynı noktalamaktan da yorulmuş. “Cenneti Aydınlatan Ulu Tanrıça” olmak artık umurunda bile değilmiş.

            Yıllar, belki de yüzyıllar önce karısına kızan İzanami yüzünden, ki ona baba demek istemiyormuş, buradaymış; yani bu evrende, bu tuhaf âlemde. Onun, adını şimdi hatırlamadığı bir nehirde yaptığı arınma ayini sırasında olmuş ne olduysa. İzanami’nin sol gözünden bir damla yaş süzülmüş. Süzüldüğü yerde kalsa iyiymiş ama kalmamış. Neden sebep bilinmez o bir tanecik yaş, düştüğü yerde canlanıp tanrıça oluvermiş. Şimdi o tanrıça, yani Amaterasu hangisine daha çok kızmalı bilmiyormuş; İzanami’ye mi, onu kızdıran İzanagi’ye mi? Bu tanrıların arasındaki her ne ise neden ezeli ve ebedi hayata başlamasına yol açmış? Neden kimse böyle hayat istiyor mu diye ona sormamış?

            “Susanoo’ya kızmamalıydım… Onun fırtınalarına, muzipliklerine katlanmalı, beni sinirlendirip daha da parlatmasına isyan etmemeliydim. Ah Susanno… Sana kızdım, kendimi bu mağaraya kapattım, ne olacak şimdi?”

            Kardeşiyle kavga etmenin eğlenceli olacağını, sonra sonra onu çok özleyeceğini Amaterasu’ya söyleseler inanmaz, hatta söyleyenlerin karşısında öyle parlar, öyle parlarmış ki kör olmamak şans sayılırmış. Susanoo ise her erkek kardeş gibi sorumluluk verilene kadar yalvarır, üzerine iş yüklenince de hâkimiyeti altındaki bulutları toplayıp büyük fırtınalar koparırmış. Ne tapınak kalırmış ne ibadet edenler. Öyle çok eser, öyle çok can sıkarmış ki… Dayanamamış Amaterasu, kardeşini kovmak yerine saklanmış kimsenin onu bulamayacağını düşündüğü bir ine. Şimdi de özlemine dayanamıyormuş. Tuhaf…

            Dünyanın, kâinatın, evrenin ışığı Amaterasu… Susanoo’ya kızıp mağaraya saklanan Amaterasu… Kendi dışında geride kalan her şeyi karanlıkta bırakmış. Tanrılar, tanrıçalar, insanlar, hayvanlar, ağaçlar, çiçekler… Her şey ilk kez karanlıkta kalmış. Işığı kaybetmenin ne demek olduğunu anlamaya çalışan tanrılar, Amaterasu’nun yokluğunda aydınlanamamışlar. Işıkla birlikte insanları bir arada tutan tüm bağlar, yeryüzünü yaşanılır kılan ne varsa yok olmuş. Bakmışlar Amaterasu yoksa ışık yok, ışık yoksa umut yok, umut yoksa yaşam yok. Başlamışlar tanrıçalarının gizlendiği mağaranın girişindeki kayanın önünde dolaşmaya. Seslenmişler olmamış, yalvarmışlar duyulmamış, insanlardan yardım istemişler ama emellerine ulaşamamışlar. Işığın Ulu Tanrıçası ne karşılık vermiş ne de bir burun mesafesi aralamış kayayı.   

            Uzume… Zeki, akıllı, kurnaz, ihtişam tanrıçası Uzume… Bakmış “Cennetin Işığı Ulu Tanrıça”yı ikna edemiyorlar, bir yol düşünmüş kendince. İşgüzarlık işte… Karanlıkta el yordamıyla bulduğu büyükçe bir bronz aynayı mağaranın karşısına getirip yerleştirmiş. Etrafını tüllerle, yapraklarla, çiçeklerle süslemiş. Tam üstüne de cilalı yeşimden bir mücevher yerleştirmiş. Sonra başlamış dans etmeye. O döndükçe kopmuş alkış kıyamet, o kıvrak hareketlerle dolandıkça seyircilerin arasında, havalarda uçuşmuş gülüşmeler ve kahkaha. Güzel, büyüleyici, göz alıcı Uzume hem dans edip hem de yavaş yavaş üzerindekileri çıkarınca daha çok artmış haykırışlar, çığlıklar. Onca zaman, yapılan onca ricaya dayanan ve küçücük bir ışıltısını bile kıpırdatmayan, kendi ışık olduğundan karanlığın zorluğunu anlamayan Amaterasu meraktan dönüp durmaya başlamış olduğu yerde.

            “Merak her zaman başa beladır. Bak bana… Güya tanrıçayım… Düştüm işte o tuzağa. Duymayacaktım o sesleri, aldırmayacaktım dışarıda olan bitene, mağaranın kapısını daha sıkı kapatacak, kıpırdatmayacaktım o taşı yerinden… Ah ben… Ah merak…”

            Sabretmiş, sabretmiş, sabretmiş… Derken… Sabır bitmiş. Mağaranın kapısındaki koskoca taşı, dışarıyı göz ucuyla göreceği kadar aralamış. O küçücük aralıktan büyük mü büyük bir ışık sızmış kâinata. Amaterasu, karşısındaki aynada kendi yansımasını görünce Uzume’yi de kapıyı aralamasına sebep olan dansı da unutmuş. Bunu fırsat bilen ve işgüzarlığı tanrılardan öğrenenlerden bazıları yakalamış “Cenneti Aydınlatan Ulu Tanrıça”yı. İznamami’nin sol gözünden dökülen bir damla yaştan doğan Amaterasu, ilk kez anlamış babasını; yanaklarını ıslatan sudan pişmanlık duymadan ağlamış, ağlamış, ağlamış.

            Işığın aydınlattığı yola, ışığa, onun yokluğunda mahkûm olunan karanlığa sevdalı bir insanoğlu, Amaterasu’nun yanına yaklaşmış. Çekik gözlerinden süzülen yaşları, zavallılığına bakmadan, karşısındakinin tanrıçalığına aldırmadan silmiş sıcacık parmaklarıyla ve işte tam o anda şafak sökmüş, güneş doğmuş insanlığa.