AMUN! NİL’İN KUDRETLİ NEFESİ


Ebru Köfter

Varlığını, görmediği başka bir varlığa adama ya da inanma eğilimi göstermenin tarihi çok derinlerde. İşte tam da bu nedenle kendimize sorduğumuz sorular hiç bitmeyecek gibi.

Neden inanırız?

Neden sığınmak isteriz?

İnanç varoluşumuzdan itibaren mi başladı?

İlk topluluklar ne zaman inanmaya ve bir varlığı var etmeye başladı?

İyilik ya da kötülüğün, varoluşun ya da yok oluşun kendimizden değil de bir varlıktan kaynaklandığına inanmak bizi neden rahatlatır?

Kötünün başına gelenlere neden seviniriz? Niçin bir rahatlık çöker üstümüze?

Kötü kimdir? Kime ve neye göre? Neden cezalandırılmasını isteriz?

Bir varlığa inanmanın, sığınmanın, başa çıkamadığı tüm durumların karşısında yaşadığı çaresizliği atfetmek insanın doğasında mı var?

İyi, kötü ve korku arasındaki karmaşık bağ inanışları nasıl etkiler?

İnanmak; ruhen ve bedenen bizi var eden, olmazsa boşluğa ve yokluğa düşüleceğini hissettiren, temelleri çok eskilere dayanan bir ritüel. Temel ihtiyaçlarımızın yanı sıra ruhumuzun da beslenmesine ihtiyaç duymuşuz. Bu kadar farklı görüş ve inanışın içinde yaşadığımız kültürel birikimimiz bizi yakın çevremizde başlayıp, bağlı olduğumuz toplumun bilinciyle şekillendiriyor ve inanma ihtiyacımız doğuyor. Bedenen çoğunluk, ruhen azınlık yaşadığımız bu dünyada yalnız olmadığını bilmek, ruhi darlığa düşmemizi engelleyip rahatlatıyor mu acaba? 

Mısır mitolojisini incelediğimizde birden çok tanrıya inandıkları görüyoruz. Farklı kaynaklarda, güneşin yaratıcısı Amun’un kendiliğinden var olduğuna inanılır. Eskilere dayanan inanma ihtiyacı, halkın anlamlandıramadığı ve yaşananların bir sebebi olmalı hissiyatı, kontrol edemedikleri doğa olayları, doğa üstü güç olarak nitelendirdikleri her durum birden çok gücün onları yönettiğine ve o gücün memnun edilmesi gerektiğine yönelik bir algıyı da doğurmuş beraberinde. Bir süre sonra da kendi yarattıkları tanrının gücünden korunma hissi doğmuş. İnanç, düşünme, yaratma, doğurma ve en sonunda kontrol edemeyeceğini anladığında baş gösteren korku. İyilik ve kötülük karmaşasında kendine yer bulmaya çalışan korku.

Amun ile Ra’nın birleşmesiyle, yeri göğü güç kaplıyor. Halkın Amun’a duyduğu inanç, korku, minnet, korunma dileği arasındaki karma hisler ilahilerde de kendini göstermiş.

Ey gizlilerin tanrısı, görünmeyenlerin efendisi

Thebes’in koruyucusu, gökyüzü ve güneşin gözü

Yarattığın adaletinle yanımda ol, koruyucumuz, ışığımız

Ruhum seni düşünürken huzur bulur.

Kalbimin derinlerinde yuvan,

Koruyucu gözlerini kaçırma benden,

Sensiz sevgi, yürünecek yol yoktur.

Yeri titreten sesin ruhuma düş, dualarımı işit

Tarlama düşen suyun bolluk, kutsalında toprak bereketli

Yerdeki gökteki, Nil’deki varlıkların nefesi, hayat süreni

Yaşamıma yaşam ekle, koru beni

Halkın seni selamlıyor, görünmez yaratıcımıza şükürle.

Tanrı Amun, başında güneş diskiyle birlikte uzun iki deve kuşu tüyünden oluşan taçlı, tanrılara özgü ucu kıvrık sakalı olan, sağ elinde hayat sembolü Anh’ı, sol elinde tanrı asası taşıyan bir insan olarak tasvir edilirken, güçlü ve ihtişamlı görünmesi gerektiğine de inanılmış. Görünmez ve gizli olmasının yanı sıra, yaratıcı tanrı özelliği de vurgulanmış. Yerin, göğün, güneşin ve yazın tanrısı. Bir insana bazen de bir yılan tanrıya benzetilmesi sonsuzluğunu ifade etmiş. İlahilerde ve Amun’a yakarışlarında, inanmak için yeryüzünde ve ruhlarında birçok sebep arayıp bulmuşlar.

Yazın tadını çıkaracağımız günler başlıyor. Sanırım tek tanrılı dine geçmeden önce, çok tanrılı dönemlerden kalan bazı gelenekler hâlâ devam ediyor. Duy yakarışlarını: “İnanışın varoluşun efendisi, canlılığın ve bereketin kutsal topraklarında adaletiyle zihinlerde yeri olan Thebes’in kralı Amun, bizi ve ekinlerimizi güneşinle yakma!”