SUYUN KEDERİ (Tanrıça Ak)


Özge Sönmez

Uzun ve çok samimi bir dost sohbetin sonunda iyice yorgun düşen Deniz izin isteyerek dışarı çıktı. Gecenin içinden doğan sabahı denizin kıyısında karşılamayı çok sevdiği için kendini kumsalda bulması uzun sürmedi. Saatin hiç öneminin olmadığı, zamanın donduğu bir andı… Yıldızlar, ay, deniz üstünde oynaşıp, zıplayan ay ışığı damlaları, avuçlarının içinden akıp giden ve sonra tekrar avcuna dolan kum taneleri… Deniz önce avucunun içinde karanlığa rağmen parlayan ufalanmış kaya parçacıklarına, sonra kafasını kaldırıp gökyüzünde yanıp sönen yıldızlara baktı… “Avuçlarımda gökyüzü” diyerek kumları üfledi. Savrulup yere konan kumlarla birlikte o da başını yere koydu. Geceanne onu koynunda sallarken suların birden bire çekilip yükseldiğini gördü. İrkildi, kaçmak istedi ancak bedeni kumsala çakılmış gibiydi. Kıpırdayamıyordu. Sular yükseldi, yükseldi, yükseldi… Önünde bir dağ gibi büyüdükçe büyüdü. Deniz, sudan dağa bakarken tek korkusu boğularak ölmekti. Çaresizdi. Kaçamıyordu ancak bir tuhaflık vardı. Sudan dağ, devasa bir dalga gibi onun üzerine gelmek yerine dimdik yükseldi ve durdu. Şaşkınca sağa sola bakınan Deniz’in tek gördüğü şey, göklere yükselmesini nihayet bitirmiş duvar gibi düzgün bir su… Berrak, tertemiz, dupduru…

Deniz bekledi. Hiçbir şey olmadı. Nihayet ellerini oynatabildiğini fark etti. Çekinerek işaret parmağının ucuyla sudan duvara dokundu ve hemen geri çekti. Parmağının ucu bir anda petrol rengi oldu ve bu renk önce avcuna, sonra bileklerine, sonra da tüm vücuduna yayılmaya başladı. Birden karşısında kendi aksini görmeye başladı. Sanki bir petrol kuyusunun içine düşmüştü, her yeri katran gibi yapış yapıştı, üstünden yağ damlıyordu ve petrol gibi kokuyordu. Korkusu iyice büyüdü. Tüm bedenini nihayet oynatabildiğini fark etti. Evet özgürdü. Ancak geriye kaçmak için adım attığında her tarafının sudan duvarla çevrili olduğunu gördü. Nereye baksa kendisini gösteren bir sudan duvarla… Ellerini, yüzünü, vücudunu yıkama isteğiyle yanıp tutuşmaya başlayan Deniz, elini tekrar bu devasa suya götürdü. Sonra sanki bir şey onu içeriye nazikçe çekti. Artık sudan duvarın içindeydi. Nefes alabiliyordu. Yürüyebiliyordu. Petrole benzeyen sıvı gözlerini örtmediği için görebiliyordu. Çekinerek adım attı. Onun adım atmasıyla sanki sudan duvarda ışıklar yandı. Ayaklarının altı, başının üstü, sağı, solu, önü, arkası her yer çöp doluydu. İzmaritler, plastik şişeler, araba tekerlekleri, cam şişeler, poşetler, bebek bezleri, kaldırım taşları, botlar, ayakkabılar… Deniz gördüğü nesnelerin çeşitliliği ve çokluğu karşısında afalladı. Sudan duvar çöpten duvara dönüşmüştü. Artık aksini göremediği için ellerine, ayaklarına baktı. Petrole benzer sıvı üstünden damlamaya devam ediyordu. Korkarak çöp dağına dokundu. Çöpler bir anda kayboldu. Elleri, parmak ucundan itibaren plastiğe dönüşmeye başladı. Sonra avcu, sonra bilekleri, bu sefer bir çöp adama dönüşmüştü ve çok kötü kokuyordu. Kendi kokusundan midesi bulandı. Tam çığlık atacakken kafasını kaldırdı ve bu dev su dağının aslında dev bir mezarlık olduğunu gördü. Her yer çeşitli deniz canlılarının ölüleriyle doluydu. Foklar, yunuslar, balinalar, deniz mercanları, deniz anaları, deniz kestaneleri, yengeçler, saymakla bitmeyecek küçüklü, büyüklü balık türü… Hepsinin ölü bedenleri suda sallanıyordu. Deniz kendisinin çöpe dönüştüğünü bu manzara karşısında unuttu. Yutkunamıyordu. Ağzından kekeleyerek iki sözcük çıkabildi sadece. “Bi…Biz..Bizim yüzümüzden…”. Su dağı sanki bu sözü duymuş gibi eski berraklığına döndü, küçüldü küçüldü…Deniz’in göz hizasına kadar indi ve durdu. Deniz yine ellerine baktı, kendi parmaklarını gördü. Sevinç içinde çığlık attı. “Düzeldim!” Kendi boyutlarına inen su duvarında mutlu aksini gördü. İyice yaklaştı. Saçlarını, üstünü başını düzeltti. Sonra içinde tekrar filizlenen o dokunma isteğiyle suya parmaklarını değdirdi. Su titredi, hafifçe dalgalandı, dalgalar halkalar halinde yayıldı ve tam merkezde sudan saçları beline kadar inen belinden itibaren balık şeklinde olan bir kadın çıkıverdi. Deniz ona, o Deniz’e bakıyordu. Bir süre ikisi de öylece kaldı. Sonra bu güzel sudan siluet öksürmeye başladı. Öksürdükçe ağzından çöpler çıkıyordu. Kuyruğu petrole bulanmıştı. Nefes almakta zorlanıyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Deniz’in önüne “Ben Ak Ana, ne olur bana yardım et çocuk” diyerek yığılıverdi. Deniz onu tutmaya çalıştı ancak avuçlarındaki tek şey akıp giden suydu. Onu tutmaya çalıştıkça yüzü, üstü başı ve tüm bedeni ıslandı.

Kumsalda yüzünü yalayan bir köpek onu derin uykusundan uyandırdı. “Ak Ana! Neredesin?” diye bağırarak etrafına baktı. Saat çok erkendi, plajda birkaç köpek, karga ve insanların dünden bıraktığı çöpler dışında bir şey yoktu. Deniz hemen kalkıp vücudunu kontrol etti. Her şey normaldi. Yerinden fırladı ve görebildiği bütün çöpleri tek tek toplamaya başladı. “O kadar çok çöp var ki! Bizim yüzümüzden! Hepsi bizim yüzümüzden! Bekle Ak Ana, seni kurtaracağım!” diye denize doğru bağırdı. Deniz, sabahın ışıklarıyla uykulu uykulu oynuyordu.