Aslıhan Tüylüoğlu
Mitoloji, bir ulusa ait mitlerin, anlatıların, efsanelerin bütünüdür. Mitler insanın kendisini ve hayatı anlamlandırdığı içinde yaratılış öyküsünü barındıran kutsal ve doğru olduğu kabul edilen anlatılardır. Bir ulusun hayatı, insanı, yaratılış serüvenini, etrafındaki varlıkları anlama ve anlatma ve kutsama çabasıdır. Her ulus, yeryüzünün oluşumunu kaostan düzene geçişi kendi mitleri ile açıklamıştır. Türk mitolojisi de ilksel öykülerini korumuş zengin bir niteliktedir. İslam öncesi birçok inanış hâlâ halk arasında yaşamaktadır.
İnsan doğa karşısında zayıf bir varlıktı. Onun pençeleri, sivri dişleri ve hızlı koşan ayakları değil aklı vardı. Bu akıl her karşılaştığı ve tekrarlanan olayı anlamak ve bir nedene bağlamak böylece onun üstesinden gelerek hayatını sürdürmek zorundaydı. Açıklayamadığı olayları bu pratik nedeniyle doğaüstü güçlere bağlamak kaçınılmazdı. Böylece o varlıktan yardım istenir veya ona karşı önlem alınırdı. Mitler çok eski tarihlerde ve çok uzun yıllar boyunca oluştular. Edebiyat ve sanat dallarının ilham kaynağı oldular. Günümüzde insanoğlunun anlama isteği bilimle, anlamlandırma isteği de sanatla örtüştü ve değişip gelişerek sürmekte. Mitler yine de insana ait, insanın ürettiği pek çok duygu, düşünce ve davranışın açıklamasını yapmaya devam ediyor. Ait olduğu ulusun, folklorunda, dilinde, edebi eserlerinde yaşamayı sürdürüyor.
İnsanların olağan üstü güçlerle olan iletişim ve ilişkisine dair anlatılan kişisel kısa hatıralara “Memorat” deniyor. Anadolu’da kökenleri şamanizme ve daha öncesine dayanan birçok hikaye, inanış yaşamakta ve anlatılmakta. Ben de kendi ailemde anlatılan bir olağan üstü varlık olan Al Karısı’nı anlatmayı seçtim. Al ruhunun anaerkil dönemlerde ateş kültü ile ilgili olarak koruyucu bir yaratık olması muhtemel ancak daha sonrasında ataerkil dönemle birlikte hile (al) ile ilişkilendirilip kadın, çocuk ve yolculara zarar veren bir ruh halini almış.
Al karısı, albasması, albastı, efsaneye göre hamile ve lohusa kadınlara, yeni doğmuş bebeklere musallat olur. Onları yalnız görünce ciğerlerini yiyerek ölümlerine sebep olur. Bu nedenle anne ve bebek yalnız bırakılmaz. Kırk çıkartma da bu nedene bağlı olsa gerek. İlk kırk gün, anne ve bebeğin tehlikede olduğu bir dönem sayılır, bu dönemde komşu, eş, dost ve akrabalar ziyaretlerini sürdürür ve anne ve bebeği dışarı çıkarılmaz. Lohusanın ve bebeğin korunması için başlarına demir bir eşya veya bıçak konur. Yanlarında bir kap su konur. Demir al karısının korktuğu şeylerden biridir.
Lohusa kadın çok kan kaybetmiştir, bu nedenle kötü hayaller görür, bu sıkıntılı durum albasması ile ilişkilendirilir. Bu kötü ve tehlikeli ruhu kovmanın yollarından biri yalnız bırakılmayan lohusa kadının üzerine çok kan kaybettiği için al bir örtü örtülmesidir. Yakın zamana kadar al atlas yorganlar çeyizlere koyulurken bugün doğum yapan kadınların başına al kurdele takmaları bu inanışın uzantısı olarak günümüzde de toplumsal bilinçaltının bu mitleri taşıdığını göstermektedir bize. Aynı şekilde “Ateş Kültü” ve “Al” renk ile bağlantılı olarak kırmızının bayrak rengi olarak kullanılması ve Türk geleneksel gelinliğinin kırmızı olması, bugün giyilen beyaz gelinlikte bile gelinin beline kırmızı kurdele takılması eskinin hami özelliği olan al ruhu ile ilintilidir.
Mitoloji çaresiz kalındığında çare üretmenin, doğanın yıkıcılığına karşı insanoğlunun bir korunma ve savunma gereği duyması sonucu binlerce yılda oluşmuştur. Sebebi bilinmeyen pek çok olay için doğaüstü güçlere karşı tedbir alma veya onlardan yardım isteme bununla ilgili pek çok din ve tören mevcuttur. Bugün hamile ve lohusa kadınların depresyona girdikleri biliniyor. Vücuttaki hormonsal değişikliklerin doğal sonucu olan bu olay, eski çağlarda al karısına bağlanarak bir kişilik kazanmış. Yine genç kızların yakalandığı ruhsal hastalıklar da al basması ile ilişkilendirilmiş ve bu sorunlara karşılık korunma yöntemleri geliştirilmiş.
Albastı, Kırgız mitlerine göre iki türlüdür. Sarı albastı, kara albastı. Sarı albastı yukarıda anlattığımız bebek ve anneye musallat olan, hileci, hoppa ve sarışın uzun boylu bir kadındır.
Kara albastı ise ciddi ruhsal problemlere sebep olan bir ruhtur. Bunlara karşın Eski Türklerin dini olan Şamanizm’de kam ve şamanların iyileştirici duaları ve ritüelleri vardır. Tüm Türk uluslarında birbirine yakın adlarla ve aynı efsanelerle al karısının varlığını sürdürdüğünü görürüz.
Al karısı yine genç kız ve küçük oğlanlara musallat olur. Buradan al karısının zayıf bireyleri etkilediği ortaya çıkıyor. Bu hastalıklar bir nedene, o neden de bir varlığa bağlandığında sorun somut bir özellik kazanıyor. Böylece bilinmezlikle uğraşacak yerde somut olan o varlıkla sorunu çözmek kolaylaşıyor. Böylece bu hastalığa karşı, o kişiyi yalnız bırakmamak, üzerlerine al bir örtü atmak, yanlarına bir kap su koymak ve dua okumak bulunan çareler oluyor.
Al karısı için çok yakın zamana kadar Anadolu’da yukarda belirttiğimiz memoratlar olduğu saptanmış. Bu memoratlara göre Al karısı oldukça çirkin, yapışık gür saçlı, uzun boylu, siyah ve kırmızı giyen korkunç bir yaratıktır. Su kenarlarında yahut kayalıklarda bulunur. Bir özelliği de atlara musallat olmasıdır. Geceleri atların kuyruğunu örer ve onları koşturarak terletir. Eğer ata karasakız sürülürse onları yakalamak mümkündür. Göğsüne bir iğne batırılırsa al karısı o iğneyi kendi çıkartamaz ve o ailenin hizmetine girer. Son derece iyi hizmet görür. Bütün ev işlerini yapar. Onun dokunduğu yiyecekler bereketli olur azalmaz, durmadan artar. O aile refah ve bolluk içinde yaşar. Ama al karısı mutsuzdur sürekli iğneyi çıkartmaları için sahiplerine yalvarır. Uzunca bir süre sonra evin küçük çocuğu, çeşme başındaki bir kadın ya da bir yabancıdan iğneyi çıkartmasını ister. İğne çıkartılır çıkartılmaz suya atlayarak kaybolur. Ancak uzun süre insanlar arasında kaldığından çoğunlukla ailesi tarafından kabul görmez ve öldürülür. Eğer durum böyleyse bu atladığı suyun renginin kırmızıya dönmesi ile anlaşılır.
Al karısının hikayesini Doğu Anadolu varyantını anneannemden dinlerdim küçükken. Bu konuyu yazmaya başlayınca etrafımdakilere de sordum. Ege’de pek bilinmediğini gördüm. Otuzlu yaşlarında olan Azeri bir çalışanımın hikayeyi bildiği ortaya çıktı. Dedesinin bir al karısı yakaladığını söyledi. Hikayeyi eksiksiz anlattı. Bu duyumları birleştirirsek bu mitin oldukça yakın zamana kadar yaşadığını da söyleyebiliriz.
Ne olur ne olmaz üstünüze al bir fular alın siz yine de. Al karısının getirdiği bolluk ve bereket üzerinize olsun.