SU İYESİ


Ümit Yıldırım

Eski Orta Asya şamanizminin esasları Gök-Tanrı, güneş, ay, yer-su ata ve ateş kültleridir. Yer-su kültünün içeriği Orhon Yazıtlarındaki kutsal yer-su ifadesinden anlaşılıyor. Yer-su kültünü dağ, oba, orman, ağaç ve su oluşturur. Esasında bunların, bütün bir yurda (ülke) karşılık geldiği görülür. (Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizim, Türk Tarih Kurumu, 9. Baskı, Ankara, 2017.)

Eski Türklerde dağların, taşların, akarsuların, ağaçların insanların ruhlarını taşıdığına inanılır. Yer-sub terimi halk inancında, genelde dağ, ırmak, orman; özelde ise taş, su, ağaç olarak anlaşılmaktadır.

Türk Yaradılış Destanı’nda yeryüzü başlangıçta suyla kaplıydı. Toprak sonradan oluştu. (Bahaddin Ögel, Türk Mitolojisi, TDK:1971) inancı hâkimdir.

Su aslında cansızdır ama canlılara hayat verir. Sel, Türk mitolojisinde oldukça önemlidir. Hatta Selçuk adının kökeninin “sel”den geldiği kabul edilir.

İye sözcüğü, “sahip, efendi, Tanrı” anlamlarını karşılar. (Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Köken Bilgisi Sözlüğü, TDK:2011)

Su İyesi (TatarcaСу иясе veya Su İyäse, Çuvaşça: Шыв Ийĕ, Yakutça: Уу Иччи) – Türk, Tatar ve Altay mitolojisinde suyun koruyucu ruhu. Değişik Türk dillerinde Suv (Sub, Suğ, Sıv) İyesi / Eğesi / Ezi / Issı / İççisi olarak da bilinir. Moğollar Usan (Uhan) Ezen olarak adlandırırlar.

Her Suyun Bir İyesi Vardır.

Her Suyun Bir İyesi Vardır.

Suda yaşayan iyeler insanlara zarar vermezler. Ak giysiler giyinirler. Suları korurlar. Kuş ve yılan kılığına girebilirler. Yaşadıkları suyun derinliklerindeki büyük bir kayanın altındaki geçitten girilen bir sarayda yaşarlar. Burada kastedilen daha çok su kaynaklarının koruyucu ruhudur. Onun huyunu anlayabilmek neredeyse imkânsızdır. Çevresine bereket verdiği gibi hiç beklenmeyen bir anda felakete dönüşüp barajları yıkabilir, hayvanların, insanların boğulup ölmesine neden olabilirler.

Tatar mitolojisinde Su Atası, Su İyesi ve Su Anası bazen tek bir varlığa verilen çeşitli isimler olarak görünür. Fakat aralarındaki en önemli fark, Su İyesinin sadece belli bir su kaynağına bağlı olmasıdır.” (https://tr.wikipedia.org/wiki/Su_İyesi)

Sümerlerin büyük su-tanrısı, dört yaratıcı tanrısından biri olan Enki’dir. En yakın Yunanlı karşılığı Poseidon’dur. (Samule Noah Kramer, Sümer Mitolojisi, Çev. Hamide Koyukan, s. 106, 116, Kabalcı:1999)

Akhilleus, su tanrıçası olan Thetis’in oğludur. Bilindiği gibi Thetis oğlunu doğar doğmaz ok ve kılıç yarası almasın diye büyülü suya sokmuş, bu nedenle Akhilleus savaşlardan yara almadan çıkmıştır. Ancak Paris, Akhilleus’u topuğundan vurarak onu canından eder. Çünkü annesi bebek Akhilleus’u suya daldırmak için topuğundan tutmuş, bu nedenle topuğu büyülü suya değmemiştir.

Benim burada konu edinmek istediğim iye bir tanrıdan daha çok “peri”dir. Batı mitolojisindeki karşılığı Nymphe.

Nymphler (Nymphe veya Türkçe nemfnimf ya da diğer bir deyişle “peri” olarak da anılırlar) Yunan Mitolojisi‘nde yeri ve denizi dolduran sayısız çokluktaki dişi, tanrısal varlıklardır. Ölümsüz değillerdir ama tanrılar gibi ambrosia ile beslendiklerinden çok uzun zaman yaşarlar ve hep genç ve güzel kalırlar. (Ambrosia balımsı bir maddedir.) Doğurganlık ve zariflik simgesidirler. Mitlerde genellikle güzellikleri yüzünden başlarından geçenler anlatılır, genel olarak perilerin güzelliğine vurgu yapılır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Nemf)

Anadolu baştanbaşa efsanelerle doludur. Bunların içerisinde nehirler, ırmaklar, kaynaklar ve kaplıcalarla ilgili yüzlerce efsane saymak mümkündür. Anadolu’da yerden kaynayan ve hasta insanlara şifa veren sular bulunur (çermik). Akarsulardaki mistik gücün çeşitli rahatsızlıkların önüne geçtiğine inanılır.

Köylerde ilk defa suya giden gelin “su anası”na adak için suya madeni para atar. Kutsal kabul edilen bazı sulara para atma geleneği bu anlayışın ürünüdür. Su iyesi çeşitli biçimleriyle Anadolu’nun hemen her köşesinde geleneksel kültürümüze bağlı uygulamalarda görülmeye devam eder.


Tepegöz Hikâyesi

Su kültünün günümüze de ışık tutacak en güzel örneklerinden biri Dede Korkut’ta yer alan Tepegöz hikâyesidir. (Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, TDK:1981) Bu hikâyede Uzun Pınar diye bilinen pınarın başında bir çoban perilere rastlar. Arzusuna yenik düşen çoban bu perilerden birini yakalayıp ona kötülük eder. Peri kızı kanat çırpıp “Çoban yıl tamam olunca bende emanetin var gel al. Oğuz’un başına çok büyük bela açtın.”der. Çoban bu söz üzerine korkudan sararır ama iş işten geçmiştir. Bir yıl sonra çoban pınara gelir. Yerde pırıl pırıl parlayan bir yığınak görür. Peri kızı sözünü tekrar ederek “Çoban, emanetini gel al. Ama Oğuz’un başına çok bela açtın.”der. Çoban ne idiğü belli olmayan bu parlak toparlak şeye vurur. Vurdukça o nesne büyür. Çoban koyunların peşinden koşar gider. O sırada Bayındır Han beyleriyle geziye çıkmıştır. Yolu Uzun Pınar’a düşer. Orada ne idiği belli olmayan bir kütle görür. Han’ın adamları bu nesneyi tekmelerler ama nesne tekmelendikçe büyümektedir. En sonunda birinin çizmesindeki mahmuzun kütleye dokunmasıyla o parlak nesne yarılır ve içinden bir çocuk çıkar. Orada bulunan Aruz Bey, “Han’ım izin verin ben bu çocuğu oğlum Basat’la büyüteyim.”der. İzin verilir, Aruz çocuğu evine götürür.

Aruz’un iyi niyetle evine aldığı çocuk, tek gözlü canvar olup çıkar. Oba’daki insanların ölümüne neden olur. Çevresindeki çocukların burnunu, kulağını koparır. Artan şikâyetler üzerine Aruz, çocuğu Oba’dan kovar. Tepegöz’ün anası gelip çocuğuna yüzük takar. “Oğul! Sana ok batmasın, kılıç kesmesin!”der. Tepegöz dağa çıkar yoldan gelip geçenleri öldürür. Obanın silah kuşanan erleri Tepegöz’ün attığı taşlar, ağaçlar altında can verir. Sonunda Tepegöz Oba’yı haraca bağlar. Günde iki adam ve beş koyun ister. Oba’dan uzakta olan Basat’ın bu beladan haberi olur, gelip türlü kahramanlıklarla Tepegöz’ü etkisiz hâle getirir.

Bu hikâyede her ne kadar Basat’ın kahramanlığı anlatılıyor gibi görünse de aslında verilmek istenen düşünce “pınar başında kendini korumaktan aciz bir kadına yapılan fenalığın orada kalmayacağı ve herkesin bu fenalığın bedelini ödeyeceği”dir. Eski Türk inancında su ve çevresi temiz tutulur, kirletilmesine asla izin verilmezdi. Çünkü su ve çevresi kutsal alanlar olarak görülürdü. Bu hikâyede nefsinin arzusunu dizginleyemeyen çobanın yaptığı suçun, haksızlığın, küçük düşürmenin cezasının toplum tarafından çekileceği düşüncesi baskındır. Bu nedenle hiç kimse bu gibi suçlara kayıtsız kalmazdı, bu gibi suçları insanlık (ülke) sorunu hâline getirirlerdi. Doğadan kopan insan Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi’sinde anlatılıdığı gibi doğaya karşı suç işler. Doğaya karşı suç işleyen insanın cezasını da bütün insanlar çeker. Bu yüzden kirletilmeye, küçük düşürülmeye, şiddete, tecavüze özellikle kadına karşı yapılan haksızlıklara sessiz kalınmamalı bu kötülüğü yapanlara karşı çıkılmalı, anlayışı bu öykünün alt metninde kendini belli eder.