Mehmet Fırat Pürselim’in mitoloji tanımı nedir? Dünyadaki mitolojilerin ve kültürlerin benzerliği ile ilgili neler söylemek istersiniz?
İnsan huzursuz bir canlı. Her şeyi anlamlandırmadan ve bir yerlere yerleştirmeden rahat edemeyen, sonsuz olasılıklar içinde boğulmaya meyyal bir varlık. Sorularıyla kendini yiyip bitiren beynini dizginleme ihtiyacından doğmuş olabilir mitoloji. Felsefedeki ilk neden ilkesi gibi insanlar sürekli olarak başlangıçta ne vardı, diye sormuşlar. Mitolojiyi, insanlığın kendine bir tarih yaratarak, sonuçlara neden bulma hikâyesi olarak tanımlayabilirim.
Komşu halkların birbirlerinden etkilenmeleri normal; karşılaşmalarla, alışverişlerle, evliliklerle, savaşlarla, birbirleriyle ettikleri her temasta sadece fiziki değil kültürel olarak da pek çok şeyin alış ve verişini yapmışlar. Fakat dünyanın farklı coğrafyalarında hatta yalıtılmış olanlarında dahi benzer hikâyelerin anlatması hayli ilginç. Belki de insanlığın gerçekten ortak bir hafızası vardır ve bu hikâye anlatıcılarının hayal güçleriyle birbirine bağlıdır.
Mesela farklı coğrafya ve halkların destanları olmasına rağmen Dede Korkut’taki Tepegöz’le Homeros’un Odesa’sındaki Kiklop’un akrabalığını hemen fark ederiz. Kürtlerin Demirci Kawa’sındaki Dehak, bence onların kardeşidir ve hatta destan olmamasına rağmen Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi’ndeki Sauron da küçük biraderleridir.
Mitolojiyle ilgili çok iddialı değilim ama masallarla ilgili olarak, bir dönem hayli yoğun okumalar yapmış biri olarak masalların da mitolojik hikâyeler gibi geçişken olduğunu, halklardan halklara ufak tefek değişikliklerle aktarıldığını görmekteyiz. Kardeş türkülere, kardeş masallara, kardeş mitolojilere, kardeş halklara inanan biri olarak; bu benzerliklere sımsıkı sarılıyorum.
Türk mitolojisinin varlığını çok geç tanıyan bir kuşağız. Uzun süre Yunan ve İskandinav mitolojisinden başka mitoloji yok sanıyorduk. Sizin kendi mitolojimizle tanışmanızın öyküsü nedir? Türk mitolojisinin içinde neler buldunuz? Eserlerinizi besledi mi?
Dünya sinemasında, tiyatrosunda, edebiyatında, resminde, heykelinde pek çok büyük eser mitolojiye dayanır, gizli ya da açık göndermeleri bulunur. Resim ve heykel sanatını mitolojik kahramanlar bambaşka yerlere taşımıştır. Shakespeare’ın 1600’lü yıllardan kalma eserlerini halen keyifle izlememizin altında mitolojik göndermeler vardır. Hollywood sinema endüstrisi için mitoloji dönüp dönüp yeniden keşfedilecek tükenmez bir hazinedir. Azra Erhat, Batı şiir ve edebiyatını Homeros’a borçludur, der. Buna sonuna kadar katılırım ve eli artırırım, sadece Homeros’a değil mitolojiye borçludur, derim. James Joyce’dan Thomas Mann’a, Albert Camus’dan Marguerite Yourcenar’a, Italio Calvino’dan Ursula Le Guin’e dünyanın önemli yazarları, eserlerini mitolojiyle harmanlayarak ölümsüzleştirmişlerdir. Türkçe yazan yazarların mitolojiye dayanma hele de Türk mitolojisini eserlerine eriterek yedirme konusunda çekimser davrandıklarını düşünüyorum. Ayrıca Türk mitolojisinin ağırlıklı olarak tek bir düşünce etrafında okunduğunu ve yorumlandığını düşünüyorum. Oysaki halkların mitolojisi tüm insanlığın ortak mirasıdır. Bu husus uzun zamandır kafamın içinde dolaştığından ufak tefek mitolojik okumalar yapmaya başladım. Ama bu konuda çok acemiyim, sadece ucundan bucağından okuyan bir amatörüm diyebilirim.
Öncelikle Türk mitolojisini, neredeyse hiç bilmediğimi fark ettim. Bildiklerimin de yalan yanlış olduğunu gördüm. En az Yunan ya da Roma mitolojisi kadar renkli ve okunası bir kaynak olduğunu keşfettim.
Ben yazdıklarımda, bu toprağın kültürüne bir şekilde dokunmaya hep çalıştım. Mitolojik öğelerle ilgili söylediklerim dini öğelerle ilgili olarak da geçerli. Batı edebiyatı Hristiyanlık tarihinden, ritüellerinden ciddi manada beslenmiştir. Aynı şekilde bu toprakların inançlarını farklı bakış açılarıyla anlamanın ve anlatmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Öykülerimde, romanlarımda geçmişten gelen birikimi bir şekilde yedirmeye çalışıyorum. Son kitabım olan Şamanların Sonuncusu’nda Türk, Kürt, Roma mitolojisinden ciddi anlamda beslendim.
PERİDYA adlı e-dergimizin bu ayki konusu “Türk Mitolojisinde Kadınlar”. Mitolojimizdeki kadınlar hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Türk mitolojisine bakıldığında güçlü kadın karakterleri görüyoruz; erkeğin eşiti, yoldaşı olarak rastlıyoruz. Bunda şaman kültüründe doğaya, doğurana verilen önem kadar ilk hikâye anlatıcılarının kadın olmasının da önemli payı olduğunu biliyoruz. Dede Korkut ve sonrasında kadına gene saygı duyulduğunu, sözünün dinlendiğini görüyoruz fakat önceki dönem destanlarına göre önde giden, yol gösteren ya da erkeğin eşiti değil de arkasında duranı destekleyeni gibi anlatıldığına şahit oluyoruz. Burada anlatıcıların artık erkek olması ve şamanlık kültür öğelerinin bir şekilde toplumda güçlü biçimde dururken, İslam’ı benimsemenin getirdiği değişimi gözlemleyebiliyoruz.
Kadına yönelik şiddet konusunu, öykülerinizde de işlediğinizi biliyoruz. Mitolojik dönemden bu yana baktığımızda, sanki zamanda geriye gidiyormuşuz gibi kadına şiddet artıyor. O dönemin tanrıçaları, bu dönemin kurbanı olmuş görünüyor. Bu akan kanı nasıl durdurabiliriz? Cinsiyet ayrımının önüne sizce nasıl geçebiliriz?
İnanın beni de en çok üzen ve sürekli üzerinde düşündüğüm konu, kadına yönelik şiddetin nasıl sona erdirilebileceği ve bu konuda benim, bizim ne yapmamız gerektiği. Samsunlu Amazonlar’ın attığını vuran oklarına belki de en çok bugün ihtiyacımız var. Latife yapıyorum elbette, şiddeti şiddetle durduramayız, sadece sarmal olarak büyütürüz. Bizim daha çok okumaya daha çok bilinçlenmeye şiddetin bir güç değil güçsüzlük olduğunu öğrenmeye ihtiyacımız var. Toplum olarak değişip dönüşmeden bu vahşetin önünü alamayız. Toplumsal dönüşümler zaman alır. Bu süre zarfında kadınların öldürülmelerine göz mü yumacağız? Elbette hayır! Yasal düzenlemelerin yeniden ele alınması, yaptırımların ağırlaştırılması, medya üzerinden bilinç oluşturma faaliyetlerine girişilmesi, cinsiyet eşitliğine ilişkin derslerin orta öğretimden itibaren müfredata alınması, şiddetin ‘ama’sız, ‘lakin’siz her seferinde lanetlenmesi, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden hukuk sistemine alınması ve etkin biçimde uygulanması… gibi devlet, vatandaş, sivil toplum örgütleri hep birlikte elimizi taşın altına sokup, bu utançtan bir an evvel kurtulmalıyız.
Sevgili Pürselim sizi öykülerinizle tanıyoruz. Son olarak gençlere yönelik Şamanların Sonuncusu adlı romanınız yayımlandı. Türk mitolojisinin, destanlarının farklı yorumlarıyla beslenen bu kitabın yazılış öyküsünü merak ediyoruz. Yetişkin öykülerinden, gençlik romanına geçiş süreciniz nasıl gelişti? Böyle bir eser yazmaya nasıl karar verdiniz?
Daha önceden de çocuklar için öyküler ve gençler için korku romanı yazmıştım. Şu an 17 yaşında olan bir kızım var. Çocuklar için yazmaya onunla birlikte hikâyeler uydururken başladım. Gençlerle ilgili olarak ondan çok şey öğreniyorum. Anlamaya çalışıyorum. Geleceğimiz onlar ve ben onların bizlerden daha güzel bir ülke kuracaklarına inanıyorum. Yetişkin edebiyatından gençlik edebiyatına bir geçiş demeyelim de, ikisini hatta çocuk edebiyatıyla birlikte üçünü birlikte sürdürmek amacındayım.
Kafamda çocuklar ve gençler için farklı projeler var. Sıkmadan, parmak sallamadan, hep birlikte eğlenerek ama kitabın kapağı kapandığında akıllarında bir şeyler kalacak şekilde özellikle ekolojik ve toplumsal edebiyat üzerinden onlara öyküler, romanlar anlatmak istiyorum.
Şamanların Sonuncusu’nu 2020 baharındaki tam kapanma günlerinde yazdım. Uzun zamandır, mitolojiyle, ekolojik edebiyatı harmanlayan bir roman taslağı kafamda geziniyordu. Ancak iş yoğunluğundan masanın başına oturamıyordum. Pandemi yüzünden eve kapandığımız o günlerde nihayet zaman bulabildim ve kafamdakileri yazıya dökebildim. Ben yazarken, farklı kaynaklardan yararlandım, hem öğrendim hem de eğlendim, dilerim her yaştan okur da benzer hislerle Şamanların Sonuncusu’nu okur.