GÜNEŞLER YAĞDIR HELİOS


GÜNEŞLER YAĞDIR HELİOS

Özgür Sürek

Özgün bir dili var Ege’nin: bronz akşamüstleri, begonvilli avlular, yaz meydanları, beyaz şile bezi elbiseli güzel kadınları… Kır kahvesi yaz ikindisine hazırlanıyor çay servisi yapan çocuğun sesiyle irkildiğimde. Kenarında oturduğum servi ağacı Tire’nin kim bilir kaç zamanına tanıklık etti ve hazirana nasıl da güzel yakışıyor. Bu şehirde kentin aksine saatler yok.  Günün yorgunluğunu yavaş yavaş hissetmeye başlıyorum çayıma sarılırken, aklımda hala Efes, sabah Selçuk’tan dönerken o tatlı serinlikte Arthemis sanki selamladı beni.

Efes’i yılda birkaç kez ziyaret etmekten çok keyif alıyorum, özellikle her yaz başında yaptığım ziyaretler ayrı bir güzel. Antik dünyayı anlamadan insanlığın ortak medeniyetini kavramanın pek mümkün olmadığına inananlardanım. Edebiyatın, felsefenin ve özellikle Aristoteles sayesinde ilkel düzeyde de olsa bilimin temellerinde Ege’de görmemek mümkün mü?

Rönesans ile birlikte antik referanslara dönülmesiyle Dante, Shakespeare gibi yazarların da sıkça mitolojiden beslendiğini görüyoruz. Mitoloji bazen din bazen edebiyat hatta umut olmuş antik dünya için. Sınırlı tarım ve çetin hava şartları kendi başının çaresine bakmak ve kendi umudunu üretmek zorunda bırakmıştır bu güzel coğrafyanın insanlarını. Asırlar sonra insanlığın kültür bahçesinin vazgeçilmezleri arasında olmaya devam ediyor mitoslar, Yunanistan ve Ege’nin dağlarında, ovalarında hala yaşamaya devam ediyor bu hırslı, bilge, aşık karakterler. Icarus’tan ders almayanımız, Afrodit ve Ares’in tutkusu üzerinden aşkı sorgulayamayanımız, bu postmodern zamanların bencil bireyine bakarak Narcissus’u düşünmeyenimiz var mıdır?

Kuşkusuz Helios Yunan Mitolojisi içerisindeki en özel tanrılardan biri, Helios sadece güneşin ete kemiğe bürünmüş hali değil, o aynı zamanda her şeyi ışığıyla bilen. Olymposluların hayatında sıkça görülen bir tanrı değildir Helios. Poseidon ya da Apollo gibi her an kendini göstermese de insanlığın ortak birikimine katkıda bulunmuş unutulmaz mitosları var güneş tanrısının.

 Phaethon’un, Epaphos’a Helios’un oğlu olduğunu ispatlamak için güneşin dört atlı arabasını sürmekte direnmesi ve sonunda başaramayarak Zeus’un yıldırımlarıyla Po nehrine düşmesi sadece insanlığın birilerine bir şeyleri ispatlama çabasının nasıl yıkım getireceğini anlatmaz bize, bu müthiş olay örgüsü güzel bir edebi ziyafet de yaşatır herkese.

Ares ile Aphrodite’nin yasak aşkı bir kez daha aşk gibi asla tanımlanmayan bir kavram üzerinde düşünmeye sevk eder bizi. Hephaistos’u tutkulu savaş tanrısı Ares ile aldatan Afrodit aslında aşkın ruhunun serseri olduğunu, ”Düzgün” insan olmanın aşk için yetmediğini, ateşten yapılmış bu duygunun durgun sularda yüzemediğini insanlar tarafından en çok sevilen Hephaistos’u aldatarak gösterir bize. Bugün ”İyi” kadınların ve erkeklerin neden aşkta kaybettiğinin de bir cevabıdır belki bu. Aşk hikayesi olan insanları sevdiğinden olmasın? Her şeyi bilen Helios bu ihanetten  Hephaistos’u haberdar etmiş ve intikam almasını sağlamıştır.

 

Afrodit tabi ki bunun altında kalmaz ve Helios’u bütün sevgililerini unutturacak şekilde Leukothoe ismideki bir prensese aşık eder. Sevgilisi Klytie bu aşkı duyar ve büyük bir kıskançlık içersinde prensesin babasına durumu anlatarak Luekothoe’in ölümüne neden olur. Kltie günlerce sevdiceğini bekler ve sonunda günebakana dönüşür. Aşk en büyük zaafımız olmaya devam etmiyor mu? Hızın tek ideolojiye dönüştüğü günümüz dünyasında hala bir tek aşk uğruna kesmiyor muyuz hızımızı? En büyük zaafımız aşk değil mi? Gövdelerin ısındığı fakat kalplerin üşüdüğü bu çağda Helios’un beklemediği anda Afrodit tarafından aşkla vurulması Helios’a olan üzüntümü ve sempatimi arttırıyor ikinci çayımı isterken. Güneş batmaya hazırlanıyor ve Tire aşağıda çok güzel görünüyor. Kahvedeki insan sayısının da arttığını fark ediyorum.

 

Her şeyi bilen Helios’a Güz Kadın’ı soruyorum. Penceresindeki çiçekleri, vapurlarda beslediği martıları, ona dair her detayı. Dört atlı arabasıyla alıyor beni ve süzülüyoruz şirin bir balkona doğru. Uyurken görüyorum onu, fesleğenin ardından, küçük bir kedi bekliyor başında. ”Bu  kadar yeter gitmeliyiz” demesiyle dönüyoruz . ”Güneşler yağdır Helios, bu kadar kötülüğün olduğu dünyaya” diye bağırırken alarmın sesiyle zorlu bir cuma sabahına başlıyor tenim, yıllardır çiçek olmayan penceremdeki fesleğene gözüm takılıyor bir an.