Deniz Dağdelen Düzgün
sen sade toprağı tanı
toprağa inan.
ayırt etme öz anandan
toprak ananı.
toprağı sev
anan kadar.
1928
Nazım Hikmet
Hayli sonra geri döner köyüne çocuk. Bir şafak vaktidir ve gömer toprağa annesinin ölü bedenini. Nice yıllar önce, çocuk sınırlarını büyütmek için terk ettiği, yıllar yılı kazandığını sandığı savaşların ardından vuruşa vuruşa geri çekildiği bir ülkedir anne, anlar. Toprağa “ana” dermiş çocukken, gelir aklına anasının yıllar sonra toprak oluşunu seyrederken. Kuşkusuz yaşamının bundan sonrasını imleyen, ihtimal bundan öncesinde de kendine keskin yer edinmiş anaç ve bereketli bir çelişkidir toprak. Üstünde bunca mutluyken, altına annesini gömdüğü, köylere çizilmiş en büyük soru işareti.
Yukarıdaki satırlarda sözü geçen çocuğu bizzat tanımadım. Ne ki, ona benzeyen nice çocuğa soluğunu düşürmüş görünmez tanrıçasına kısa ömrümde denk gelmişliğim çoktur. “Etügen” diyorlar ona, kaynaklara sorarsanız, Türk mitolojisinde kendine önemli bir yer tutmuş toprak tanrıçasıdır. Zahmet etmeden ona rastlamak için Çin kaynaklarına da denk düşebilir yolunuz. Oysa bu kadar uzun yola revan olmadan da anımsayabilirsiniz varlığını, çokça tanıdığınız ve adını sormayı unuttuğunuz Etügen’in.
Türk mitolojisinde bir toprak tanrıçasıdır ya, hak edilmiş kazancı ve bereketi simgeler, onların ilahi koruyucusudur. Derler ki ağaçların bol meyve verdiği mevsimlerde memnun edilmiş ve cömertliğini sergilemiştir Etügen. Sözcüğün soyağacına dokunduğumuzda, onun için bazı araştırmacıların bir şaman adı olan “utagan” sözcüğünden türediğini ve bu sözcüğün Türkçe “döl yatağı” anlamına geldiğini söyler. Doğurgan topraktan “ana” diye söz eden kültürümüzde, en çok saygı duyulan ve en çok çiğnenen toprağın, tıpkı aynı yazgıya maruz kalan “analar” ile benzerliği, Etügen’in kurgusal soluğunun gerçeğe değdiğine ilişkin üzücü bir kanıt değil midir?
Ondan “Türk mitolojisinde bir tanrıça” diye söz etmekle yetinmek hayli büyük bir yanılgı bana kalırsa. Evet, mitolojik bir tanrıçadır, tanrıçadır ya; bugün bile her kadında onun sütüne rastlamak mümkün. Dört köşeli bir kadın ruhu olarak düşünülen Etügen’in ruhu hala yaşıyor. Örneğin bazı köylerde evler yapılırken “kazmamızın darbesi ruhunu incitmesin” diyerek bu konur saçlı tanrıçadan af dileyen, ona dua eden insanlara tanık olmak şaşırtıcı değil. Toprak gibi, incinen ancak kırılmayan, yaralanan lakin kanamayan… İçinde bulunduğumuz toplum ve kültürün en büyük şairinin dizelerine dahi yuva yapan bir ruhun gerçekliğini kim yadsıyabilir? Bu büyük şairle aynı toprakta yaşamayan, ancak aynı toprağa kök salan ünlü Kırgız yazar da bunu kanıtlarcasına yazmıştı “Toprak Ana” adlı romanını. Cengiz Aytmatov’un kaleme aldığı, 2. Dünya Savaşı’nın o dönemler de Sovyetler Birliği’ne bağlı Kırgızistan’da sakin bir köyde yarattığı değişimi konu eden Toprak Ana’da Tolgonoy’u alır merkeze. Toprak Ana ile sık sık konuşup onunla dertleşen bu yorgun anneyle çağırır Etügen’in ruhunu 20. Yüzyıl’a. Ataerkil olduğu savlanan bir toplumun anaerkil sağaltımıdır tek başına Etügen.
Ne vakit düşünsem toprağı, anaç bir çelişki belirir güneyinde belleğimin. Sıcak, unutulmaz, er geç dönülesi. Kim bilir, belki mitolojik bir tanrıça diye bildiğim, annemin ömrümü emzirdiği üçüncü memesidir.